3 Ocak 2018 Çarşamba

Sana yeni bir “SEN” lazım...




Yeni yıl yepyeni bir “SEN” getirsin sana!
Daha çok sev mesela, daha iyi düşün, daha sağlıklı yaşa, daha çok sarıl, daha fazla kucakla...
Elindekileri çoğalt...Gülümsemeni arttır mesela!
Maddi şeylerin değil, yaşamla ilgili, kendinle ilgili sahip olduğun güzel şeylerin değerini arttır!
Para ile de satın alabilirsin bazı mutlulukları! Bir kitap alabilirsin mesela, küçük bir çocuğa çikolata ya da...
Yeni yerler keşfedebilirsin, büyük seyahatler etmeden! Bu sene her zaman gittiğin mekandan fark yerde kahveni içebilirsin, işe-okula-evine farklı bir yoldan gidebilirsin!
Uzaklaşabilirsin...
Bencillikten, kıskançlıktan, EGO’dan, art niyetten, önyargıdan, olumsuz düşünmekten!
Geçmişte yaşadığın iyi ya da kötü her şeye teşekkür edip, tüm hesapları kapatıp geleceğe kollarını cesaretle açabilirsin!
Hayatın sana sunduklarına şükredip, sunacaklarına hazır olup, seçme özgürlüğünü bilip, oynamaya devam et...

Ve beklentin...Önce sağlık ve huzurdan yana olsun. Gerisini halledebilecek güç, sabır, akıl, cesaret versin bir de!
Geçtiğimiz yılı aratmasın ve hepimize hoş gelsin 2018!

3 Ekim 2015 Cumartesi

Bataklıktan Doğan Huzurlu Çılgın

"Dünya'yı Tanrı, Hollanda'yı Hollandalılar yarattı" diyorlar, haklılar :)

Bir bataklık düşünün, kurutulup yaşanılabilir hale getirilmiş üstelik tarım ve hayvancılıkta kendini geliştirmiş. Bir o kadar özgür, bir o kadar çılgın ve asi ama bir o kadar güvenli.
Yaşadığımız yerden bakınca ne kadar ütopik değil mi???

Hollanda'nın başkenti Amsterdam, çılgın gece hayatının ötesinde muhteşem mimarisi, birbirinden güzel müzeleri, cennet gibi parkları, böyle bir evi hayal bile edemezdim diyebileceğiniz yüzen evleri, bu kadar güvenli ve rahat bisiklet sürebilmenin bizim için sadece hayal olabileceği, gidip dönmemek, dönseniz de yeniden gitmek için bir çok sebep sayabileceğiniz bir şehir.







Red Light District'i gidip de görmeyen, görmese de duymayan, duyup da merak etmeyen yoktur sanırım :) Biliyorsunuz ki Amsterdam'da fuhuş ve uyuşturucu legal. Red Light District ise bunların merkezi. Camekanlarda kendilerini sergileyen kadınların bulunduğu, uyuşturucu satan cafelerinde yan yana sıralandığı bir sokak. Böyle bahsedilince her ne kadar ürkütücü olduğu düşünülse de oldukça turistik ve güvenli bir bölge. 

Bu kadar çılgın eğlence bana fazla, huzur ve sakinlik istiyorum derseniz Amsterdam'dan tren ile yaklaşık 45 dakika uzaklıkta, rengarenk çiçekli pencereleri, bakımlı, yemyeşil bahçeli şirin evlerine hayran kalmanızın muhtemel olduğu sahil kasabaları Marken ve Volendam'a gidin. Hayran kalmamak, huzur bulmamak mümkün değil. 
Volendam'a gitmişken meşhur balığı ringa (herring)'i yemeden dönmeyin. Yanına bir de buz gibi bir Heineken'ı sahile karşı yudumlayıp huzur ve özgürlüğün kokusunu içinize doldurun. Döndüğünüzde lazım olacak :)












Dam Meydanı, Red Light District, Anne Frank Evi, Marken ve Volendam kasabaları, Amsterdam'a gidip görmeden dönülmeyecek yerlerden bir kaçı. 
Vaktiniz varsa birbirinden güzel müzelerine, ikinci el ve vintage eşyalarla ünlü mağazalarına mutlaka Zaman ayırın. 

Biz gördüğümüz yerlere doyamadık, göremediğimiz yerler için ise bir daha gitmek için bahanemiz var diyerek avunduk. 

Tanrı'nın yarattığı Dünya üzerinde insanların yarattığı ülke, bir daha görüşeceğiz, görüşmeliyiz :)

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Sevimli Kahramanların Ülkesi

Çok uzun bir ara oldu, biliyorum. Ama bir çok sebeptendir -sizi bu sebeplerle sıkmayacağım- uğrayamadım buralara. 
Paris gezimizde kalmıştık en son. Son günümüzü Disneyland'a ayırdık Paris'te. Deren'in doğumgünü Dolayısı ile son güne bıraktık, yeni yaşına bir masalın içinde girsin hayat boyu güzel masallar yaşasın diye :) Gece ateşlenip, sürekli kusmasına rağmen sabah "hadi disneyland'a gitmiyor muyuz?" Diye heyecanla uyanması bizi biraz rahatlattı.

Disneyland sadece çocukların değil büyüklerinde görmesi gereken -ki Mickey Mouse ve Donald Duck gibi sevimli kahramanlarla büyüyen 80 sonu 90 başı nesildenseniz- Büyülü bir kasaba. İçine girdiğiniz anda bir çizgi film karesindesiniz sanki :)

Disneyland 2 bölümden oluşuyor. Disneyland Park ve Walt Disney Studios. 1 günde tamamını gezmek mümkün değil. Çocuğunuzla gittiyseniz onun daha çok zevk alacağı ve tabi ki boy/yaşına uygun aktiviteleri belirlemek zaman kazandırır. Çünkü 100 cm altındaki çocuklar için maalesef bir çok bölüm uygun değil. 
2 bölümün kapanış saatleri farklı. Studiolar daha erken kapandığı için gezmeye oradan başlamak mantıklı olabilir. Ayrıca 100 cm altı çocuklar için sevimli kahramanların canlı şovlarını izlemek keyifli olabilir :)

Okul tatiline ya da Noel tatili gibi bir döneme denk gelmeyip hafta içi gitmemize rağmen aşırı izdiham olmasa da hatrı sayılır bir kalabalık vardı. Bir çok yerde sıra bekledik ki haftasonu, özellikle tatil dönemlerinde hemen her bölümde en az 1 saat sıra beklenildiğini duymuştum. 

Az yazı bol resimli olması makbul bir post Olmalı Disneyland. Resimlere geçmeden son bir hatırlatma; doğumgünü haftanızda giriş ücretsiz, biz Deren'in doğumgününü orada geçirmesini istediğimizden önceden planlamıştık. Biletleri almadan da bu bilgiyi duyunca güzel bir hediye oldu :) gideceğiniz tarihi belirleyip biletlerinizi önceden internetten almanızda fayda var, zira kapıda 73 € ödeyeceğiniz biletleri 54 € ya alabilirsiniz. 


















Pastamızı kesip, mumlarımızı da üfleyip Disneyland'da 3 yaşımıza "Merhaba" dedik. Yeni yaşının kızımıza ve ailemize güzellikler getirmesini ve her yıl hep beraber mutlulukla kutlayabilmeyi dileyerek...


8 Haziran 2015 Pazartesi

Paris...Sanat kokan Asil Romantik

Öyle bir metropol ki; trafiğinden bunalır, kalabalığından kaçmak istersiniz! Kaçtığınız bir köşede kafanızı kaldırıp bakar, öyle bir yapı ile karşı karşıya kalırsınız ki, her şey tutkulu bir aşkla yapılmış sanki. Sokaklarda gezerken hafif yağmur yağsa romantizm kokmuyor yani şehir. Siz baktığınız yerlerdeki hikayeleri biliyorsanız romantizmi hissediyorsunuz.
Ve bence Şehrin en romantizm kokan yerlerinden biri, belki de yıllaaarr önce okuyup çok etkilendiğim Víctor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu hikayesinden ve her dinlediğimde-özellikle müzikalini izlerken- tüylerimi diken diken yapan "Belle" şarkısını kulaklarımda çınlatan Notre Dame katedrali ile başlıyoruz şehir turumuza. Önce Sanat Köprüsü "Pont Des Arts" ya da aşıklar köprüsü denen köprüye bir kilit vuruyoruz :) 
Ve katedrale doğru ilerliyoruz. Notre Dame Katedrali, Dünya'daki ilk gotik katedrallerden biri ve inşaası gotik dönem boyunca sürmüş. Yapımı boyunca o kadar çok mimar görev almış ki, farklı yüksekliklerde görünen, değişik şekillerin nedeni buymuş. 


19. yy başlarında şehir planlamacıları katedrali yıldırmak istemişler. Víctor Hugo halkın ilgisini çekmek için "Notre Dame'ın Kamburu" Yazmış ve kurtarılması için kampanya başlatılmasında büyük rol oynamış. Biliyorsunuz ki, bu Ölümsüz eser daha sonra hem beyazperdeye aktarıldı, hem de müzikali yapıldı.

Katedralinin Bahçesinde yürürken, "Belle" nin müthiş notaları kulaklarınıZda, gözünüzün önüne büyüleyici güzellikteki Çingene kızı Esmeralda'yı çıplak Ayakları ile dans ederken hayal edin. Ve kendisine aşık 3 erkek nefeslerini tutmuş hayranlıkla onu izliyor. Notre Dame kilisesinin papazı Frollo, bir zamanlar kilisenin önünde bulduğu ve kilisede zangoçluk yapan çirkin ve kambur Quasimodo ve Esmeralda'nın kalbini Çalan, zengin ve soylu bir ailenin kızı ile nişanlı olmasına rağmen aslında Esmeralda'ya aşık olan yakışıklı subay Phoebus. Üçü de kendi bildikleri şekilde yaşıyor aşkını. Oysa hiç birinin ona kavuşması mümkün değil. 
Hikayeyi biliyorsanız etkisine alıveriyor sizi katedral. Öyle ki tutkulu, öyle ki ihtişamlı, öyle ki etkileyici, öyle ki hüzünlü...

Uzaklaşana kadar Başımızı aşağı indiremeyip, katedralden Gözlerimizi alamıyoruz. 

Ardından Leonardo Da Vinci'nin ünlü eseri Mona Lisa ve Osmanlı'dan Uzakdoğu'ya her kültürün, dönemin resim ve heykellerine ev sahipliği yapan Louvre Müzesi'ne geçiyoruz. Daha önceleri saray olarak kullanılan bu yapı 1793'den beri müze olarak kullanılıyormuş. Müzenin bahçesinden girince karşımıza meşhur piramit yapı çıkıyor. Ve benim gözümün önüne yine okuyup daha sonra da filmini izleyip etkisinde kaldığım "Da Vinci'nin Şifresi" filminin burada geçen sahneleri geliyor :)
Louvre Müze'sinde işlenen bir cinayetle başlayıp beyninizi yakacak derecede zorlayarak anlamaya çalışacağınız, gözünüzü ayırmadan heyecanla izleyeceğiniz filmi izlemediyseniz tavsiye ederim. 



Paris denilince akla gelen ilk şey kuşkusuz ki; Çevresinde en güzel resimlerin çekildiği, şehrin her yerinden göründüğü söylenen, Paris'in sembolü haline gelmiş Eyfel Kulesi. 
Paris halkı Tarafından, şehrin görsel itibarını zedelediği düşünülerek, devrin sanat ve edebiyat Çevresi Tarafından imza kampanyası düzenlenmiş. Bugün ise Paris'in sembolü haline gelmiştir. 
Kule, Expo 1889 Paris Fuarı'nın giriş kapısı olarak inşa edilmiş ve 20 yıl için müsade alınmıştır. 1909'da sökülmesi gerekirken iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni Yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkan tanıdığından kalmasına izin verilmiş.
Biz Eyfel'e çıkmak yerine sandviçlerimizi alıp Paris'in en büyük parkı Champ des Mars' a yakın bir çocuk Parkında :) -Deren' in park özlemini gidermek gerekiyordu:) - yine Eyfel manzarasında sandviçlerimizi yiyip daha sonra Eyfel Kulesi'nden daha çok ilgimizi çeken atlıkarıncaya binerek vakit geçirdik ki Deren kadar bizde eğlendik diyebilirim :) 

Ve Montmartre...
"Montmartre'da gökyüzü her yerdedir,
Gökyüzü solur insan" Demiş Laurent Gounelle.
Çünkü Montmartre -diğer adıyla Ressamlar Tepesi - Paris'in en yüksek konumundadır ve Şehri ayaklarınızın Altında hissedersiniz. Tam anlamıyla sanat kokan bu tepe hayallerimdeki Paris resmi. Dar sokaklarının her köşesinde resim yapan ressamlar, sokak müzisyenleri, şehrin gürültüsünden uzak, küçük ve Şirin aslında Paris'i yansıtan cafe ve dükkanlar. Dali, Picasso, Van Gogh gibi bir çok ünlü ressama ev sahipliği yapmış, çok severek bir kaç defa izlediğim "Amelie" filminin çekildiği gerçek Paris'i hissedebileceğiniz sanat kokan bir tepe.
Kulağınızda Yann Tiersen melodileri ile gezin sokakları.


Tepede bulunan Sacre Corur (Beyaz Kilise) diğer kiliseler gibi kasvetli ve ürkütücü ihtişamlıkta değil, sade ama yine de etkileyici güzellikte.

Dünyaca ünlü, muhtemelen filminden de hatırlayacağınız Kabare Moulın Rouge'da bu bölgede.
Siz en iyisi Amelie ve Paris Jet'ame filmlerini, Notre de Paris müzikalini izleyip bir de hikayesini okuyun ve yazının en Başında bahsettiğim kaçmak istediğiniz şehrin kalabalığı ve yoğun trafiğinin ardındaki gerçek Paris'i hayallerinizdeki gibi yaşayın. Eminim o zaman büyüsüne kapılacaksınız :)



29 Mayıs 2015 Cuma

Bir Ortaçağ Masalı ( Brüksel-Brugges )

Uzun bir aradan sonra yeni döndüğümüz Benelux-Paris seyahatimiz ile ilgili postla Merhaba :)
Seyahat rotamızın başlangıç noktası Brüksel. Şehri gezmeye şehrin en ünlü meydanı olan ve UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde yer alan Grand Place' dan başlıyoruz. Meydan Barok, Gotik ve Louis XIV. mimarisi tarzlarında yapılmış ihtişamlı binalar ile çevreleniyor.
Meydanda biraz gezip, fotoğraf çektikten sonra Brüksel'in sembolü haline gelmiş Manneken Pis'e (işeyen çocuk heykeli) doğru gidiyoruz.
Her ne kadar, öncesinde araştırıp gezi notlarımızdan bilsek de yaklaşık 60 cm boyundaki bu heykelin bir şehrin sembolü haline gelmesi bizi şaşırtıyor :) Heykel ile ilgili bir çok efsane anlatılıyor.
Genelde turistlere en sık söylenen efsaneye göre; çok zengin bir tüccar Brüksel’i ailesi ile ziyarete gelir. Bu sırada çok sevdiği oğlunu kaybeder ve halktan kurduğu bir ekiple oğlunu şehrin her köşesinde ararlar. Çoçuğu bulduklarında çişini yapmaktadır. Çoçuğunu bulan tüccar, yerel insanlara bir teşekkür olarak çocuğu bulduğu yerde bu çeşmeyi yaptırır.
Manneken Pis’in bugün yaklaşık 800 kostümü bulunmaktadır ve kıyafetleri Müzede sergilenmektedir. Brüksel'in özel gün kutlamalarında giydirilmekte, hatta o Günlerde heykelden yerel biralar işetilmektedir :) 
Heykel şimdiye kadar yedi kez çalınmış ve her seferinde yeniden yapılmış. Şu anda gördüğümüz heykelin ise sadece kolunun orjinali olduğu söyleniyor. 


Meydandan ara sokaklara doğru gezerken mis gibi Waffle kokuları ile birbirinden güzel Bisküvi, çikolata dükkanları iştahınızı kabartırken, el yapımı oyuncaklar çocukluk masallarınıza götürüyor :)







Oraya kadar gitmişken el yapımı çikolatalarından ve lezzetli wafflelarından tatmadan dönülmez tabi, acıktığınızda ise lezzetli midye ve karideslerinizi buz gibi biranız eşliğinde keyifle yemeyi ihmal etmeyin. Bira seçenekleri o kadar fazla ki seçmek zor olsa da biz Leffe'sine bayıldık, özellikle aromalı olanına :) 



Şehrin dikkat çeken ve turistler Tarafından mutlaka ziyaret edilen yapılarından diğeri Atomium. 1958'de Brüksel'de düzenlenen Dünya Fuarı için inşa edilmiş olan bu yapı bir Demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş halidir. 


Brüksel'in en dikkat çekici kenti ise Ortaçağ'dan günümüze kadar hiç zarar görmeden ve büyüklüğünü hiç aşmadan gelmiş, savaşın es geçtiği, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan, içine girdiğinizde sizi Ortaçağ filmlerine ya da dönem masallarına götüren Brugge. Öyle ki uzaktan gelen faytondan kabarık elbisesi, göz alıcı şapkası ve elinde mendili ile bir leydi inecek, sokaklarından şövalyeler çıkacak sanırsınız. Sokaklarda gezerken, Sanki onlar günümüzü yaşıyor, siz gelecekten ziyarete gelmişsiniz hissine kapılırsınız. 
Brugge ile ilgili lafı çok uzatmayıp sizi Fotoğraflarla baş başa bırakacağım, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bakarken kendinizi baş Kahramanı olduğunuz bir masalda hayal etmeyi unutmayın :)
 Sonraki durağımız Paris'de görüşmek üzere, hoşçakalın.